22 Ara 2008

ya bu başlık konusunda ne kadar da beceriksizim yarabiim!

Kim olursa olsun,her zaman her ne zaman bir insanla ilişki kurarsan,onun hakkında vakar ve kıymetine göre nesnel bir değerlendirme çabası içinde olma.Onun iradesinin kötülüğünü,anlayışının sınırlılığını veya fikirlerinin tersliğini nazarı itibara alma;çünkü ilki seni kolaylıkla nefrete,ikincisi küçümsemeye götürür.Tam tersine dikkatini sadece onun ıstırapları,ihtiyaçları,endişeleri ve acıları üzerine yoğunlaştır.O vakit onunla akrabalığını hissedecek;onun duygularını paylaşacak ve nefret ya da aşağılama yerine şefkat ve merhameti tecrübe edineceksin.Nefret ve aşağılamayı bastırmanın tek yolu kesinlikle insanın bu sözde "vakar"ına bakmamak,fakat tam tersine onu bir merhamet konusu olarak görmektir.

çalıntı:schopenhauer, hayatın anlamı.

16 Ara 2008

hayat ne güzel çiçekler böcekler falan..

7 Ara 2008

DİKKAT!!!! uzun ve sıkıcı bir yazı olabilir.

Şimdi Enes arkadaşım "yaratıcı başlık bulamadım"adlı yazıma şöyle bir yorum yazmıştı.
ben de burdan yola çıkarak yeni bir yazı yayınlamaya karar verdim.
arkadaşımın yorumu şudur:
"Dinler insanları yönetebilmek, yönlendirebilmek ve kontrol altında tutabilmek için kurulmuş sistemlerdir. İnsan ürünüdür. Tanrının insanları yönetebilmesi için herhangi bir sisteme ihtiyacı yoktur. İnsanlar akıllı varlıklardır ve kendilerini yönetebilecek sistemler kurabilme yetisine sahiptirler. devletlerin kurulma amacı da budur. Sistemli yaşamak.. tarih boyunca kurulmuş her devlet sistemi insanları yönetebilmek için Tanrı'yı kullanmıştır. çoğu devlet yöneticisi gücünü tanrıdan aldığını iddia etmiştir.

Tanrı bir insana kitap veripte insanları bana çağır demeye ihtiyaç duyacak kadar aciz değildir.. Varlığını ve gücünü ispat etmek gibi bir kompleks içinde de değildir tanrı. zaten herşeye yetecek gücü vardır. kendisine tapılmaya da ihtiyacı yoktur. bana tapın yoksa yakarım sizi ateşte diyecek kadar egomanyak hiç değildir. tüm güzel şeylere günahtır deyip te arzularımızı içimize atmamızı isteyecek kadar vicdansız da değildir. tanrı insanları yaratmıştır. hem de sonsuz sırlarla dolu devasa bir evrende.. ve salmıştır bizi kendi halimize.. mükemmel bir zeka vermiş ve izlemektedir onu nasıl kullanacağımızı..

kimisi düşündükçe düşünür.. düşündükçe gelişir.. sordukça sorar sorguladıkça ilerler.. keşfeder.. anlar.. haz duyar.. tanrıya her defasında tekrar aşık olur. ama sırrını çözemedikçe kainatın biraz da sitem eder inceden.. ama mutludur. tanrıya her defasında bir adım daha yaklaştığını bilir. hayattan zevk alır.. evrenin sırlarını çözdükçe dünyalar onun olur. tanrıya hayranlıktan öte bir duygu besler. bilir ki tanrı da onu sevmektedir..

kimisi vardır sormaz.. soramaz korkar.. örümcek bağlamıştır beyninin düşünen yerleri.. günahlar, mekruhlar, hocalar, hacılar ve anlamını hiç bilmediği kitaplar. kimin söylediği belli olmayan sözler.. gökyüzünü göremez örümcek ağlarının arasından.. hayvandan farkı kalmamıştır çünkü düşünen yerleri pas tutmuştur. dünyanın güzelliği ve tanrının onun için yarattığı evrenin sırları onun umrunda değildir.. çünkü o öte tarafta yaşayacaktır. bu dünyada düşünmemeli ve sorgulamamalıdır. sadece inanmalıdır körü körüne. tapmalıdır sabah akşam tanrısına. tanrısı onun düşünmesini istememiş, yarım akıllı olduğu için de tanrıyı bulamaz die ona elçi yollamış yüzyıllar önce (!) hiç giden görülmese de o yine de cennete gidecekmiş.. 20 tane huri varmış gidilmezmi oraya..

şu mekruh mu bu caiz mi.. ellesem günah mı öpsem caiz mi.. başörtüsü mü takmalıyım yoksa çarşaf mı lazım.. kara mı olmalı illa rengi.. bugün çok günah işledim, içki içtim, sevgilimle seviştim, cumaya da gitmedik yandım ben.. neyse yarın kadir gecesiymiş bi kuran okurum da bağlarız olayı. . elleziyne velleziyne.. amin.. çok güzel okudum be.. huriler bekleyin geliyorummm...

herkes elbet ölecek. ölünce tekrar dirilip cennete gideceğiz. ya da cehenneme. bu dünyaya sınava gelmiştik.. kazananlar cennete.. kazanamayanlar yanacak cayır cayır..

Bir gün bir öğrencinizi alsanız çekseniz odaya.. otur oğlum şuraya. al bu kağıdı.. sınav bu.. bu soruları yaparsan sana bi bisiklet vercem, yapamazsan seni demirle dövcem.. deseniz çocuk size ne der? ben bu sınavı istemiyorum! bisiklet de istemem dayak da.. bırak beni hoca delimisin sen? demezmi...

peki soruyorum sizlere, aranızda böle bi sınav isteyen oldumu?

adamın birine tanrı kitap yollamış. hem de 1500 yıl önce (!) ve sen bu hayatı ona göre yaşayacakmışsın.. ya kardeşim tanrı sana bi mesaj vermek için senden 1500 yıl önce yaşadığı iddia edilen bir adama neden ihtiyaç duysun?

nie kitap yazdırsın.. madem kurallar var istediği o zaman yazsaydı gökyüzüne.. insan yapımı bir kitaba inanırsan sen tanrıya mı inanmış oluyorsun?

tanrı sizi izledikçe utanıyordur ya sizden. ben size beyin verdim!! düşünün die.. akıl verdim.. düşündükçe büyüyen bir zeka verdim size.. keşfedin şu kainatı die size 80 yılı iyi değerlendirmek yerine, onu reddedip baska bi hayat beklemeniz ne kadar zekice.. (!)

merak ediyorum ölünce ne olacak onlara..

ya birader hani cennet nerde?
aloo kimse yokmu.. niye karanlık burası bu kadar ya?
ama ben o kadar ibadet falan.. ne olacak şmdi? boşuna mı yani.. hassiktir ya.. ee geri yollayın bari cennet yoksa..
o da mı olmuyor?
kaldık kıç kadar mezarda..
yüce isa yaktın beni...
....!!!???....."


Dinler inançlar sistemidir.din insanlarını yönetmek için seçmez.insanlar inandıklarına göre yaşamayı kendi iradeleriyle seçerler.dinlerin esası insanları yönetmek değil onlara rehberlik etmektir.doğru yolu göstermektir.onları doğruya ulaştırmaktır.çünkü insanların fıtratları gereği doğru yolu arama yönelimi vardır.mesela bir dörtyol ağzında bazen trafik ışıkları bi süreliğine bozulur ,çalışmaz,trafik kazalarında hemen bi artış görülür,sonra insanlar belediyelere küfreder. neden ışıklar düzgün çalışmıyor diye.insanlar başıboş yolda hatalar yapıyor demek ki. Elbette ki sistem olmak bazı kuralları getirir.bu kurallar insanları kötülüklerden koruma amacıyla konulur,onları sınırlandırmak için değil.yalnız insana bu sınırlar ağır gelir,çünkü insanların fıtratında zevke yönelmek de vardır.bu dinimiz de(dinimde daha doğrusu..biz derken???) “nefis” anlamına geliyor. Bazı dinler insanların uydurmasıyla ortaya çıkmıştır bazıları da ilahi kaynaklıdır.hepimiz her an yeni bir din uydurabiliriz.ve de insanlar inandığı ölçüde bu din devam eder.inançla alakalıdır.yaratıcı kullarını sever.sevmese yaratmazdı zaten.ki islamda zaten tüm kainat allah'ın kullarına olan sevgisinden yaratılmıştır.kullarını seven bi yaratıcı;kullarına doğru yolu göstermek ister.onları iyiliğe yöneltmek ister.kullarına kendisinin varlığını hissettirmek ister,kendisine inanmalarını ister.bu onları doğru yola iletmenin ön şartıdır.bu yüzden kitap gönderir,elçi gönderir.insanlara ulaşmaya çalışır,neden??? çünkü kullarını sever,tamam yarattım ne yapıyorsan yap demez..insanlara ulaşmaya çalışır,çünkü dininin devam etmesini ve gelecek nesillerin de doğru yolu bulmasını ister. dinin devam etmesi için yaratıcıya insanların inanmaları gerekir. koskoca kainatı yarattığına inandığımız bi yaratıcı'nın kitap gönderemeyeceğine,elçi gönderemeyeceğine ve asırlar boyu geçerli olamayacağına inanmak pek akıl işi değil bence.eğer bu akılsızlıksa haşa yaratıcıya inanmak daha da akılsızlık.(töbe töbe yazı yazarken çarpılcam şimdi)
yaratıcıyla aramızda mutlaka bir bağ olması lazım.yoksa bizi nasıl yaratmış olsun.işte yarattığı zaman kurduğu bağ gibi,bizi doğru yola iletmek için de bağ kurar bizimle.kitaplarla peygamberlerle.ve gönderdiği kitaplar ve peygamberler dininin temelini oluşturur,bizzat kendinden geldiği için.bu yüzden din ilahi kaynaklıdır.ve koskoca kainatı ve insanlığı yaratan yaratıcı isterse gönderdiği kitabın yüzyıllarca korunmasını sağlayabilir.adı üstünde yaratıcı,her şeye gücü yeten.
Ve doğru yer şeyi yaratan yaratıcının kendisine ibadet etmemize ihtiyacı yoktur.ama bizim ona ibadet etmeye ihtiyacımız vardır.ona olan teşekkürümüzü göstermemiz için bir yol olması lazım.ve yaratıcı da bana teşekkür etmek istiyorsanız şunları şunları yapın der.der mi der... yaratıcı sonuçta.o teşekkür şekline biz uyarız sadece.ve bu şekilde yaratıcıya olan şükrümüzü sunarız aramızda ki bağı artırırız.ve ayrıca bu teşekkürün temelinde de yaratıcı sevgisi vardır aslında,insanın sevmediği bi varlığa teşekkür etmek aklına gelmez,o'na teşekkür etme yollarını aramaz.yaratıcıya bize verdiklerinden dolayı minnetliyizdir.ona borçluyuzdur.ve borcunu ödemeyen her kimseye yaptırım uygulanır.biz kendimize sahip değiliz yaratıcıya aidiz.yaratıcıya inanıyorsak bunu kabul etmişizdir zaten.ve yaptırımları da kabul etmişizdir.aynı zamanda ödülleri de.dinde ödül ceza sistemi vardır,herşeyi yaratan yaratıcı,sonuçtaki ödülleri de cezaları da pek ala ayarlamıştır.bu ikincil öneme sahiptir ama esas olan yaratıcı sevgisidir gerçek bi inanan için.çünkü inananın inanmasının sebebi kendisini böyle sevip de koca kainatı ayağına sermesinden ötürü teşekkür edecek,bir yaratıcı ihtiyacıdır.
İnsan önce bir yaratıcıya inanır,sonra ilahi ve uyduruk dinler arasından kendine göre en doğruyu aramaya koyulur.dinleri sorgular,her birinin sistematiğini kavramaya çalıışır,birini seçer ve onun kurallarına göre yaşamaya başlar.artık onun içitn o dinin yasakları onun yapmamsı gerektiğine İNANDIĞI şeylerdir.dine İNANIR.çünkü o diğer dinleri YANLIŞ görmüştür.bir başkası başka bir dine İNANIR,diğer dinler de ona göre YANLIŞTIR.inanç meselesi işte.kimse kimsenin dinine mantıksız yahu bu diye orda burda saldırmasın.zaten farklı dinden olduğunu görüp senin farklı mantıkla hareket ettiğini görüyoruz.elbette sana göre YANLIŞ,ama o benim DOĞRUM aynı zamanda.bırakın insanlar doğrularını yaşasınlar.ama bu doğruları yaşarken doğruları saptırmasınlar.kendilerince yeniden yorumlamasınlar,ya da bir dindarın yaptığı hata koca bir dine mal edilmesin.dinler fabrika değildir ki insanları kendine göre üretsin.dinler;”bana inanan insanların hepsi doğrudur!” garantisini vermez.sade doğruyu gösterir.dinin tüm üyeleri de bir olmaz.kimi gerçekten inanır,kimi inanır ama günahkardır,kimi dinini işine geldiği gibi yaşar,kimi ödüle kavuşmak,cezadan kaçmak için dindardır,kimi de gerçekten minnetli olduğu yaratıcısını gerçekten sevdiği için dindardır.bizim imtihanımız da burdandır.bu dünya da irademizi gösterip sınavdan geçmeye çalışıcaz ve sonra yaratıcını tüm güzelliklerine kavuşucaz.
İslam bir dindir.ödülleriyle,cezalarıyla,kurallarıyla..ve der ki “leküm diniküm veliye din” yani “sizin dininiz size benim dinim banadır” islam kimseyi zorlamaz.ister inanın ister inanmayın,inanmıyorsanız HİÇ BİR DİNE saldırmayın.


yoruma açık :D

20 Kas 2008

*

Beni en çok ben anlayabilir,beni en çok ben düşünebilir,bana en çok ben zarar verebilir,beni en çok ben umursar,başka kimseden hayır yok,umut yok,güven yok,kendi kendimin en iyi arkadaşıyım,zaman zaman küserim kendime,sonra da barışırım.ben kendimi hiç bi zaman maaş kartı gibi görmem kendime öyle davranmam,hatalarımla kabul ederim kendimi,bazen kendime küfrederim,bazen severim,ama kendimi sevdiğimde sevgim gerçektir,sahte deildir,en çok kendimle samimiyimdir,enseye şaplak hesabıdedim ya en iyi arkadaşım yine kendim,bana yine ancak kendimden hayır var..

15 Kas 2008

**

"cogu erkek benim bir kavram oldugumu, onlari bütünledigimi, yasadigini hissettirecegimi düsünür. oysa ben huzur arayan kafasi karisik bir kizim o kadar"

çalıntı:eternal sunshine of the spotless mind ...

10 Kas 2008

yaratıcı bi başlık bulamadım

'dinsel düsüncelerden dogan her çesit hareketin,bir ödül beklendigi için ya da bir cezadan korkuldugu için yapildigini söylemek ve bu çesit hareketlerin tam anlamaiyla ahlaksal sayilmayacagini ileri sürmek kabildir.ama buna karsilik,her yerde her ulusta,hayatin her durumunda,her çesit kargasada ve önemsiz olayda,acima duygusunun iyi sonuçlarini nasil ortaya koydugunu; haksizliklari nasil önledigini ve ödül olma düsüncesi söz konusu olmaksizin iyi davranislara nasil yol açtigini gören kimse,katisiksiz ahlak degerinin,bu duyguda bulundugunu nasil kavramaz.'...
schopenhauer

Evet dine inanınca cezadan kaçma,ödüle yönelme var ama bu niyete göre de değişir. yani bunun dinle alakası yok gibime geliyor bireysel daha çok.dinde esas olan yaratıcının rızasını kazanmaktır.onun sevgisini.onu severseniz anca onun sevgisini kazanmaya çalışırsınız.sevmek ise çıkarsızdır.bu yüzden münafık diye bir kavram var.herkes bir değil.
schopenhauer amcaya katılıyorum doğru tespit aslında.bizim dini ödül-ceza sistemi algılayan dindarlar yüzünden belki de islamiyet yanlış anlaşılıyor.gerçi ahlak dinden daha dar kapsamlı bi kavram bence.her ahlaklı dindar olmayabilir ama her dindar ahlaklı olmalıdır.din ahlaklı olmayı emreder çünkü.dindarlıkla ahlaklı olmayı bu yüzden karşılaştıramayız.ama zaten ahlak insanın içindedir,dindar olsun olmasın.gerçekten dindar bi insan ahlaklı davranacaktır.

3 Kas 2008

nasıl nasıl nasıl

"dünyadaki hemen herşeyin,içi boş fındıklar olduğu söylenebilir:yemiş nadiren vardır ve daha da nadiren kabuğun içindedir"*
demiş arthur schopenhauer abi.nası anlicaz o zaman boş fındığı dolu fındığı??karpuz gibi pat pat vursak kafalarına olmaz mı :p ya da bi işin sonucundaki hayalkırıklıklarımızı???
* arkadaşım sayesinde keşfettim ben bu abiyi.pek beğendim.

2 Kas 2008

mükemmel yemek yaparım.



Aha işte ben yaptım.Artık mükemmel yemek yapabilirim,bakarsın süper bi anne de olurum..... beni alan yaşadı :D

ömrümde yazdığım en megalomanca yazıydı sanırım bu :D

31 Eki 2008

kötüyüm ben kötüyümm kötüyümm kötüyüüümm

Hayatımızdaki İYİ insanları kategorize edebiliyoruz. İşte bir tanesi mesela canımızdan çok sevdiğiimiz iyiler.
Bu canlar bir tanedir olmazsa olmazdır bizim için.Onlardan vazgeçemeyiz.Çok severiz,koyunlarından öperiz,gıdıklarız falan.Onlar iyidir hep...
Bir diğeri hakkında konuşulunca "haa evet o mu iyidir o yaa iyi insandır hoştur" deriz.Bunlarla pek samimi değilizdir ama biliriz ki bunlardan zarar gelmez.Bi köşede dururlar biz onları sevedururuz bilmeden..
Bir diğeri iyi gibi görünürler herkes iyi bilir,siz de iyi bilirsiniz hakkınızı helal edersiniz,ama gerçekten iyi mi değil mi pek tanımzsınız iyi dururlar.Ne seversiniz ne sevmezsiniz.AMa insanlar iyi diye bahseder.
Bir diğeri iyi gibi dururlar,herkes iyi der,siz de baştan öyle algılarsınız herkese karşı iyidirler çünkü sonra yüzyüze gelince anlarsınız gerçekten sizin için iyi mi kötü mü,sonuçta bu iyilerden nefret edersiniz.Kötü değillerdir ama .Kimse de kötü bilmez.Ama sizin için nefret edilecek bi tarafı vardır..Çomçok nefret edersiniz hatta.Bu iyiler can sıkarlar.
Lakin kötüleri kategorize edemeyiz.Kötü kötüdür.Bir tek kötü vardır.İnsan bir kere kötü oldu muydu kötüdür.Azı çoğu yoktur.
Kötüler hayal kırıklığı yaratmazlar.Ama iyiler öyle değildir.Onlardan hep iyi şeyler beklediğinizden hayalkırıklığına uğrayabilirsiniz.Kötüler oolduğu gibidir"zaten kötü"
Fakat bazı iyiler işte yukarıda saydığımız cinsten olanlar "anaaa nası laaaan!" dedirtir.
Bu yüzden ben kötü olmaya karar verdim.Sade KöTÜ.Saf,katıksız...Kötüyseniz buyrun yeni kötü hayatıma... başka iyilerden nefret etmek istemem çünkü.

30 Eki 2008

tamamen duygusal :)

Bugün okula rehberlik araştırma merkezinden iki rehber öğretmen geldi.Bütün sınıflarda özel eğitime muhtaç olan öğrencileri tespit etmeye çalıştılar.Benimkilerden de gönderdim.8 kişi gönderdim hepsi de sorunlu çıktı.Çoğu zaten okuma bilmiyor.Özel eğitime ihtiyaçları var fakat hepsi kabul edilemeyecek maalesef.Çünkü artık onlar için oluşturulan ödenek kısıtlanmaya başlanmış.Anca çok sorunlu olurlarsa ödenek veriliyor.Eskiden her sorunlu öğrenciye ödenek vardı.Nedense hep geriye geriye gidiyoruz bu eğitimde!Çocuklar bu şekilde özel eğitime muhtaçken ve de benim uzmanlık alanıma girmediklerinden nasıl onlara faydalı olucam bilmiyorum valla.
Bugün bişi daha oldu.Öğrencilerden bir tanesi küfretmiş.Bunu duyan bir kız öğrencim geldi hemen ispiyonladı tabi eheh.Hayatta affetmiyorlar zaten her şeyi ispiyonluyorlar :)
Neyse işte ben de geldim sınıfa küfreden öğrenciye "yaptığın hiç hoş değil,terbiyesiz,bugün tenefüse çıkmayacaksın!" diye azarladım.Sonra öğrenciler dediler ki "örtmenim o küfretmedi ayten hep yalan söylüyor zaten kesin gene yalan söylemiştir iftira atmıştır!" dediler.Ben de ikisine birden sordum " hanginiz yalan söylüyorsa şimdi söylesin,bakın kötü bir şey yaptığınızda doğruyu söylerseniz hiç kızmam bir daha yapmamak için anlaşırız ama yalan söylerseniz ve de yakalarsam çok fena olur o zaman,şimdi doğruyu söyleyin bakalım" dedim.
nihayet çocuk küfrettiğini itiraf etti.Sonra da ağlamaya başladı.Ben de gittim yanına "tamam bak kızmıyorum işte ama bi daha yapmicaksın tamam mı hadi ağlama artık" dedim."örtmenim bana terbiyesiz dediniz çok üzüldüm"dedi."artık öyle düşünmüyorum ama dedim.Sen doğruyu söyledin teşekkür ederim" dedim.
Sonra birden sarıldı bana öptü"örtmenim seni çok seviyorum"dedi.Ben de sarıldım "Ben de seni çok seviyorum" dedim.O sırada bizi izleyen kız öğrenciler çok duygulandılar ağlamaya başladılar.
Sonra orda kim var kim yok hepsine sarıldım gönülleri kalmasın :D
Zaten de kıskanıyorlar beni :D Başka sınıfların öğrencilerini sevdiğimde gelip "örtmenim siz bizi sevmiosunuz başka sınıfların örencilerini daha çok seviosunuz" diyorlar. inandıramıyorum :)

21 Eki 2008

***


"canımı acıtmaaya çalışıyorsun ama komik oluyorsun"
jeux d enfants filminden ...
acıtmYA ÇAlıştıkça komikleşiriz zaten pek doğru.

18 Eki 2008

neden???nasıl???ne alaka???

Şimdi düşünüyorum "ben senin için nerlere geldim cebimde para yoktu hiç düşündün mü,bunu gördün mü?" diye yaptığı her şeyi lütuf görüp başa kakan bir adamları gördükten,izledikten sonra,uzaktaki adamlara ne kadar güvenmeliyim?Güvenilir mi ki?Yoksa ne güvenmesi yav şaşırdın mı? mı denmeli eheh.Lütuf görüyorsa zaten bence sahteymiş demektir.İçten değildir.Bir kedini beğenmişlik, bir megalomanlık,koca bir "ben" algısı.O koca "ben" den sonra haliyle bi güvensizlik oldu er kişilere karşı malum.
Kimdir bu uzaktaki adamlar onu da açayım.Yaşadığımız yer dışındakiler mesela.Eskiden tanışmışsınızdır işte sonra hayat savurmuştur sonra bi şekilde tekrar görüşmüşsünüzdür falan filan.
Yani işler istenildiği gibi gidene kadar yapılan çabalar sonradan nedense lutfettim gibi algılanıyor.
Sevgili okur yoruma açık bıraktım bana bi fikir ver zira hiç bi fikrim yok.. bu durum fıtrat gereği mi yoksa bir istisna mı?istisnaysa bu istisnaları farkedip koşarak uzaklaşma yöntemleri nelerdir?
şimdi "gel evlağdım otur yamacıma anlatayım" diye bir açıklama lazım bana :)

16 Eki 2008

Alüü???

Tamam kabul ediyorum çok üşenci bi blogcuyum ama napan yav.çocuklar okul falan şimdi bi de plates eklendi okuldan çık spor salonuna git..aletlere bin dilin sarksın sonra plates dersine gir eve git patates gibi yayıl sonra..
Böyle yani bugünlerde..
İşte görüyorsun ya sevgili okur her zaman bi bahanem var :)
Neyse son zamanlarda çok pis bi huyumu keşfettim.Bu huyum yüzünden içim içimi yiyor..
Biri bana bişi anlatırken en can alıcı kısmını sormayı unutuyorum,çekiniyorum,sonra içim içimi yiyor neydi,nasıldı acaba deyüü.


Misal;otobüste arkadaşla gidiyoruz,bana bitmiş bi arkadaşlığıyla ilgili bişiler anlatıyor:

-yaa olmaz artık bundan sonra o benden bişi istiyor ben gelemem
-hımmm!?
.....

Al işte!!!
Ne "hımm"ı yaa ne "hımm"ı!!!!

Sorsana ne istiyor?Neden istiyor?Nasıl istiyor? deyü 5N1K olayına girsene...
Ama yooook,ne olur özel hayata girme,meraklı melahat olmaa,bi mahalle dedikoducusu durumuna düşme falan..

Yok ya ne olcak halbuki..aksine sorup öğrencen ki yardımcı olabilesin değ mi?

Misal 2:Müdürle diyalog

-İmbir hanım siz okuma bilmeyen öğrenciler için olan şey kitapları var ya onlardan alın iyi olur.
-hıı anladım tamam hocam bir de en sahtesinden bir smiley :)

Neyi anladın ha neyi anladın de get bi yav!!!
Yani okuyucu sırf burda müdüre iş anlamaz gözükmemek için düştüğüm duruma bak.Şimdi ara ki ney dedi,o şey ney???

Halbuki sorsan nolcak,adam "ne gerizekalı bu be kimlerlen çalışıyorum allam mı" dicek?Zaten o da "Şey" demiş suç onda ney yani???

Misal 3:Öğrencilerle diyalog.Artık kafam kazan gibi olmuş son derslerde öğrenciler habire bi şeyler soruyor falan artık cevaplayamıyorum hepsini.Arada önemli sorularda geliyor.

-Örtmenim ödev vendi mi?? aynen böyle vendi mi :D
-hımm.hı ve anlamadım manasında bir bakış ve hadi sınıfına gir genel uyarısı :D

ama bu ödev konusunda haklıyım efenim kırk kere söylüyorum dinlesinler,iyi dinlemeyi öğrensinler alla alla.

Velhasıl böyleyken böyle.İnşallah bir aydan önce görüşürüz sevgili okur.

3 Eyl 2008

günlük niyetine

Yaa bu minibüs şoförleri hakkatten şaşırmış...Öğlen sıcağı,edremitin pazarı var bugün çok kalabalık,insanların ellerinde kendilerinden büyük poşetler,ramazan günü allaaam tam işkence.
Zaten de minibüsün kliması yok, dışarıdan sıcak içerisi hamam gibi..Tatilciler gitti geriye kalanlar hep emekli yaşlı insanlar.
Ayakta yolcu almak yaasak ama kim dinliyor ki???
Bir dolu yaşlı insan ve ben ve de ben gibi bi kaç insan daha tıklım tıklım doluştuk minibüse.Halbuki beş dakka da bi minibüs gelio insanlarda sırasını beklese.İşte sıcakta da beklemek istemio kimse.

İki de bir duruyo yolcu alıyo iki de bir duruyo yolcu alıyo..artık nefes alamıyorum ki zavallı yaşlı insanlar napsın.
Şoför hiç tınlamıyo parasını düşünüyo.Yoldaki de bile bile biniyo minibüse hay allam.
Dayanamadım erkenden indim.Gölgeden gölgeden yürürüm dedim bi de hafif rüzgar esiodu falan.Alt tarafı 15 dk yürücem.


Deniz kenarından yürüyorum,deniz bugün tırtıklı. allaaaah nası canım deniz çekti.Millet girio denize ben iki adımda bi gelen ağaçların gölgesini tutturmaya çalışıyorum.
Eve gidene kadar canım çıktı valla.Ramazan da nefis körlensin deyü aç kalıoruz ya benim nefis 30 gün beklemeden köpkör olup çıkmıştır bugün deniz deniz die :)

Velhasıl sayın okuyucu,bir ağaç gölgesi insan yaşamında paradan,işten,entellektüel birikimden,ve önemli sayabileceğimiz her şeyden önemli,gerekli olabiliomuş.

Ben bugün bunu gördüm...iyi serap falan görmedim :p

30 Ağu 2008

and the hardest pağaaaart was lettin go not taking part...

yaşamanın güzelliği sanırım hüzünle umutun hep var olması.hep birarada olması.
coldplay'in bu şarkısı da hayat gibi şarkı mübarek.hem hüzünü hem umudu taşıyor.
zaten de chris martin şarkıyı söylerken ha ağladı ha ağlicak."you really broke my heaaaaaaart" dediği zaman sarılasım geliyor adama."oy oyyy kim kırdı senin kalbini kıyamam evlağğdım geçti bitti" diyesim geliyor:D
daha var böyle hem hüzünlü hem umutlu melankolik şarkılar... pek severim.tavsiyeleri de beklerim "bak imbir bu da güzel" deyü.

27 Ağu 2008

hayırdır inşallah

Efendim son yazımı yazarken öğrencileri fazla düşündüğümden mi, okullar açılmak üzere olmasından dolayı kara kara etkinlik aradığımdan mıdır nedir dün gece rüyamda öğrencilerimi gördüm.
Matematik dersinde kesirli sayılarla ilgili alıştırmalar çözdürüyordum. Ama en zor olanlarından.Onlar da uslu uslu çözüyorlardı.Hiç sorun çıkarmadan.Hiç anlamamazlık yapmadan.Ek açıklamaya ihtiyaç duymadan.Hepsi bi güzel çözüyordu.
En anlamayanların yüzlerine bakmaya başlıyordum.Birine bakıyordumm "evlağdım anlamadığın yer var mı"gibisinden yok hiç umursamıyordy beni çözmeye devam ediyordu,öbürüne bakıyordum "ya sen ya sen de mi sormicaksın?" "yoooooo" dercesine bakıyordu işlemlerine devam ediyordu.
Allaa alaaaaaa diyodum ben de sanki birisi bi şe sorsa da açıklasam,bakın şöyle yapçaksınız desem diye beklemeye devam ediyordum ama yok hepsi sessiz sessiz çözüyordu.
Ya bunlar kolay olanları doğru dürüst çözemiyorlar allahım noluyo ki diodum.Aç tavuk kendini darı ambarında görürmüş benimki de böyle bişey anca rüya olur herhalde keşke gerçek olsa tabi pek rahat pek güzelmiş ama :)

25 Ağu 2008

***

Öğrencilerimi özledim.Etrafıma toplanıp başımı şişiren "örtmenim ben eyimin?" gibisinden zilyon tane soru sormalarını özledim. Bir şeyi anladıklarında yaşadığım mutluluğu özledim.

Bu eğitim-öğretim dönemi için heyecanlıyım.Gerçi bu heyecanımı bazen öğrencilerin durumu bozuyor.Çünkü 4. sınıfa geçtik ve de 4. sınıf çok zor.Daha yeni yeni temelleri oturuyor.Okuma bilmeyenler var maalesef daha.Daha türkçe kelimeleri doğru dürüst okuyamıyorlar ingilizceyi nasıl olkuyacaklar,fen bilgisi falan var matematik konuları ağırlaşıyor allaaaaaaaaam napçam ben????

Bu sene çok çalışıcam notlarımı yüksek tutup başka bölüme geçiş yapacam (bkz.umut sarıkaya) diyen üniversite örencileri gibi ben de bu sene çok çalışıp iyi bi örtmen olucam diye kendi kendimi gaza getiriyorum şu aralar.

Çünkü geçen dönem korkunç bi müfettiş olayı yaşadım.Allam aklıma geldikçe gülüyorum.Korkunç ötesi bişiydi.

Şimdi ben örencilere söyledim müfettiş gelcek sessiz olun derste o gelince size sorunca da derse katılın parmak kaldırın dedim.Tamam dediler.

Nese geldi müfettiş bi kaç soru sordu kimi bildi kimi bilemedi.Müfettiş bi iki espri yaptı bi iki örenciye takıldı samimi bir hava oldu benimkiler özüne döndüleeeeeer :)

Sonra "İstiklal Marşının iki kıtasını şiir gibi okuyabilecek var mı?" diye sordu.Bu sefer hiç parmak kaldırmadan falan "sen de çok şey istiyon haa!Ne diyon sen haddini bil!" der gibi "yok ya biz marş olarak okuyorz hep, şiir olarak okumuyoruz" dediler.Allam yerin dibine geçiom tabi ben yavaş yavaş:)

Müfettiş kendisi okudu ilk iki kıtayı dinlediler öğrendiler.Sonra "Atatürk'ün cumhuriyeti kurduktan sonra yaptığı yenilikler nelerdir?"diye sordu.

Biri dedi kıyafetlerimizi değiştirdi,biri dedi harfleri değiştirdi,biri dedi kadınlara özgürlük verdi,ama öbürü sayın okuyucu işte o öbürü....

Öbürü bana yardım etmenin verdiği coşkuyla parmak kaldırdı ve en ciddi surat ifadesiyle dedi ki"masayı değiştirdi!"

öğrenciler de sürü psikoljisi var ya...Hemen onlarda bana iyilik yapmak istediklerinden bu örneğe uygun devam ettiler....Kabus böylece başlamış oldu

"köyümüzü değiştirdi"...."sırayı değiştirdi"...."sınıfımızı değiştirdi"..."pencereleri değiştirdi"....

hepsinde öbürü kadar coşku vardı ve hepsi çok ciddiydi.

Müfettiş de hepsinin cevabını öbürünün cevabını onayladığı gibi onayladığından hepsi doğru söylediğini düşünüp örnekleri çoğaltma çabasındalar allaaam rezalet!

Neyse o an geçti çok şükür.Müfettiş dikdörtgen ve kareyi sordu onu bildiler.Gerçi tam kitap tanımı yapamadılar ama bildiklerini gösterdiler.Müfettiş tam kitap tanımı istiyordu orası da ayrı.

Ben anlatmaya çalıştım,sınıf kitaplığı oluşturdum okumaları ilerlesin die,ben geldiğimde yarısı okuma bilmiodu şimdi az kaldı okuma bilmeyenler,bunlar örtmen görmemiş temel alamamışlar ben yeni geldim falan filan diye dinlemedi tabi adam beni. Artık örtmenleri var sizsiniz dedi.Benden mucize falan bekliodu herhalde o yüzden çok kötü dedi.Gerçi görünüş öyle.bu cevaplardan sora herkes öle düşünür.ama o kadar eksikler ki anca toparlıorum daha sıra gelecek her şeye.benim de elimde sihirli bi değnek yok ki..tamam ben şuan başlarındayım ama ben geleli daha yıl olmadı.müdür anlatmış gerçi müfettişe o sınıf biraz şansız bi sınıf durumları kötü yeni örtmenleri çalışkan düzeltmeye çalışıo die ehehehhe

Diğer müfettiş de demiş bu köyün örencilerinin hepsi özel eğitime tabi tutulmalı algılama problemleri var diye.

Öyle işte bu sene bakalım napiciiim. ya normal çocuklar gibi algılasalar valla işim çok kolay ama bunlarda bi de algılama problemi var.Tahta da öretiorum çocuğa yerine geçene kadar unutuyo.Beşten sıfırı çıkartamıo mesela.Zaten her sınıfta bi kaç örenci var özel eğitime giden.Bi de benimkiler örtmen görmemiş şimdiye kadar.

Kısfmet.....

22 Ağu 2008

...

Immm hiç bi şey yapmak istememe...
kimseyle görüşmek konuşmak istememe.....evden çıkmayı istememe..balkona bile çıkmak istememe o derece yani :) anneyle babayla kardeşle bile konuşmak istememe...
sürekli bi can sıkıntısı...hiç geçmeyen bi can sıkıntısı...
yapılan hiç bi şeyden mutlu olamama...hem de hiç bi şeyden mutlu olamama
bazı günler tüm gün boyunca hiç geçmeyen sinirlilik hali...bazen baş ağrısı yapıo...
depresyon dedikleri bu mu ki acaba sevgili okur? değilse bu ne peki?
Ne zaman geçer ki?Nasıl geçer ki?

bi ırmak mı lazım şimdi ağlamak için?

Geçenlerde okunmak için sıraya konmuş kitaplarımın içinden paulo coelho'nun "piedra ırmağı'nın kıyısında oturdum ağladım" çıkardım okudum.
Kitap hemen bitiveriyor zaten. Okuması kolay sürükleyici.

Kitap; insanın, aşkı hayatının merkezine oturtup mutluluğu en üst seviyede yaşama şansını kendine yaratması gerektiğini vurguluyor.mutluluk için illa kuralların olmadığını aşkı kenara itip de gerçekleştirebileceğimiz,adandığımız iyilikleri aşkı yaşayarak da yapabileceğimizi anlatıyor.Aslında güzel bi hayat dersi çıkıyor kitaptan.İyilik yapmanın tek bir yolu yoktur.Hayatı güzelleştirmenin tek bir yolu yoktur.Sevgiyi göstermek için illa belli davranışları göstermek gerekmez.Sevgi kalptedir ve de gücüyle nasılsa bi şekilde insanları etkiler.Hayatı yaşamak için bi plan yapmaya gerek yok,risk almadan onun mutluluğunu keşfedemeyiz.Mutluluğu planlayamayız.

Aslında aman aman bi konusu yok.Hikaye çok üzerinde düşünülmüş falan değil.Mitolojik olaylar dışında :)

Ama aşk ve hayat üzerine gerçekten güzel tespitleri var.
Bence aşk bi çocuğun bisiklet özlemi gibi.Babası bisikleti alınca nasıl heyecan duyuyorsa ve de soraları bisikleti sıradan bir eşya gibi görüyorsa aşk da öyle.

Öhööm sevgilinin üstüne eşya gibi binilmez tabi. Sevgili bi eşya değil tabi. AŞktaki heyecan benim burdaki benzetmem.

Şimdi paulo baba ne demiş ona bakalım

-sevmek tehlikelidir
-biliyorum bunu.daha önce birini sevdim.sevmek , uyuşturucu almak gibidir.başlangıçta kendini iyi hissedersin,bütünüyle verirsin.ertesi gün , daha fazla istersin.henüz zehirlenmemiş ,o duygudan hoşlanmışsındır ve onun üzerindeki egemenliğini sürdürebileceğini sanırsın.sevdiğin kişiyi iki dakika düşünür, sonraki üç saat boyunca unutursun.ama ,yavaş yavaş onun varlığına alışır, ona bütünüyle bağımlı hale gelirsin.böylece, onu üç saat düşünüp iki dakika unutmaya başlarsın.yakınında değilse, bağımlıların uyuşturucu bulamadıkları zaman hissettikleri şeyi hissedersin.uyuşturucu bağımlılarının , gerek duydukları şeyi bulamadıkları zaman hırsızlık yaptıkları, kendilerini aşağıladıkları gibi, aşk için her şeyi yapmaya sen de hazırsındır.

Vee güzel bir bölüm daha...
''yaşamın mucizesini ancak, beklemediğimiz şeyler olup bittiğinde gerçekten anlıyoruz..tanrı, güneşi her gün yeniden doğdurarak, bizi mutsuz kılan her şeyi değiştirmemiz için zaman tanıyor bize..oysa biz her gün, böyle bir zamanın bize bağışlandığını görmezden geliyoruz, bugünün düne benzediği gibi, yarına da benzeyeceğini düşünüyormuş gibi davranıyoruz..ama dikkatini yaşamakta olduğu güne veren kişi, o büyülü anın varlığını keşfediyor..o büyülü an belki de sabah anahtarı kilide soktuğumuz dakikada, akşam yemeğini izleyen suskunluk sırasında, bize birbirinin benzeri gibi gelen bin bir şeyde gizli..ama öyle bir an var işte o anda yıldızlar tüm güçleriyle içimize doluyor ve bizi mucizeler gerçekleştirmeye hazır hale getiriyorlar..mutluluk kimi zaman bir kutsamadır -ama çoğu zaman bir fetihtir..günün o büyülü anı, değişmemize yardım ediyor, bizi düşlerimizin peşinde koşmak için yola koyulmaya itiyor..acı çekeceğiz, zor zamanlar yaşayacağız, ne var ki bunlar geçici, iz bırakmayan dönemler olacaktır..ve daha sonra geriye dönüp gururla ve inançla bakacağız..kendini tehlikeye atmaktan korkan kişiye ne yazık! çünkü o kişi belki de hiç düş kırıklığına uğramayacak ve peşinden koşacak bir düşü olanlar kadar acı çekmeyecek..ama dönüp de arkaya baktığında (çünkü her zaman dönüp de arkamıza bakarız), yüreğinden şu sözcüklerin döküldüğünü duyacak: "tanrının, yaşadığın her güne ektiği mucize tohumlarını ne yaptın? yaradanın sana bağışladığı yetenekleri ne yaptın? hepsini bir çukura gömdün, çünkü onları yitirmekten korkuyordun..işte şimdi elinde kalan; yaşamını yitirmiş olmanın kesinliği."bu sözleri duyan kişiye ne yazık! mucizelere o anda inanacak, ama varlığının büyülü anları geçip gitmiş olacak..''

Veee beni benden alan kısmı:
"çocuk masallarında, prensesler kurbağalara öpücük verir ve kurbağalar sevimli prenslere dönüşür. gerçek ya$amdaysa, prensesler prensleri öper ve prensler kurbağaya dönü$ür."

20 Ağu 2008

Nihayetinde İnsanız ve Bir gün ÖlüceeeEEEeez

Okula giderken her sabah şehrin biraz dışında kalan mezarlığı görüyorum ve de ölümü düşünerek güne başlıyorum.
İnsan hayatının bir minyatürü olan "bir gün"e ölümü düşünerek başlamak biraz ilginç oluyor.Ee...tamam korkunç da denebilir. Her sabah yeniden doğuyoruz,dünya koşuşturmasından sora gün bitiyor, ömrümüzden bir gün eksiliyor ve ölümün kardeşi uykuya dalıyoruz. Daha doğma aşamasında ölüm çıkkıyor karşıma bu mezarlıkla.Sonra düşünüyorum...
Osmanlı zamanında mezarlıklar şehrin içinde olurmuş.Yaşayanlar ölüleriyle iç içeymiş ve de hala onları içlerinde hissederlermiş.Sürekli ölümü görünce insanlar bir süre sonra alışıyorlardır ölüme,daha bi hazır hissediyorlardır,gerçeği daha kolay kabullenip ona göre yaşıyorlardır herhalde.
Yaşadığımız zamanda şehirlerin durumuna bakacak olursak şehrin göbeğinde mezarlık elbette biraz garip olur.Yani artık şehirlerin yerleşim düzenine göre pek uygun olmayabilir.
Ama bu ölümü düşünmemize engel değil.Ölüm her yerde.Birileri bi şekilde ölüyor ve biz de duyuyoruz hatırlıyoruz ölümü.
Bazen insan dünya karmaşasından sıyrılıp yastığa başını koyduğu zaman düşünür ölümü. acaba ne zaman ölücem, nasıl ölücem, ya erkenden ölürsem,daha çok gencim ama bir sürü genç yaşta ölen insan var ne farkım var benim ben de nihayetinde insanım ayrıcalıklı değilim ne zaman ne olcağı belli olmuyor diye bir korku oluşur yani şahsen bana oluyor...
Derler ya "korkunun ecele faydası yok..."
Dereceli kaplara benzeyen,yaşadığımız,nefes alıp verdiğimiz anları en üst seviyeye kadar doldurmak elimizde.Bu kapları(anları) içimize sindiği gibi,yaşayamadığımız için pişman olacağımız şeylerle doldururuz,"geniş zaman"lı hayattan "şimdiki zaman"ları ayıklayarak yaşarız,böylece "gelecek zamanımızı" bir kavanoz içinde biriktirip,"di'li geçmiş zaman"ımızı,"tüh'lü geçmiş zaman" olmaktan bir nebze kurtarabiliriz deyü düşünüyorum.
Daha özgür oluruz.İnsanlara karşı belki daha duyarlı oluruz.Amaaan nasılsa ölüp gidicez diye.Dünya daha değişik bi yer olabilirdi tüm insanlar ölüme karşı daha duyarlı yaşasaydı eğer.
Biz ölüm gerçeğini sona koyuyoruz,başa koysaydık eğer dünya böyle olmazdı diye düşünüyorum..Egosunu hayatının merkezine alan insanlar olmazdı.
Ama işte unutmak insanın fıtratında var.Ölümü zaman zaman hatırlıyoruz.Ölümü her an düşünsek de çıldırırdık herhalde.Böyle gelmiş böyle gider yani.
'Dinleyin Sürüngenler;
Sizler özel değilsiniz,
Sizler güzel yada eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz,
sizler işiniz değilsiniz, sizler paranız kadar değilsiniz,
bindiğiniz araba değilsiniz, kredi kartlarınızın limiti değilsiniz,
sizler iç çamaşırı değilsiniz,
Sizler herkes gibi çürüyen birer organik maddesiniz..!
Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz.
Hepimiz aynı pisliğin lacivertleriyiz ...!'
tyler durden

15 Ağu 2008

küçük beyin,at gözlüğü,dar bakış açısı,baskın id...

Efenim anladım ki biz kadın milleti hala tek başına özgür ve de rahat bi şekilde şehirde dolaşamıyor,park neyim gibi yerlerde rahat rahat oturamıyoruz.
Dün Balıkesirin göbeğindeki herkesin gezip dolaştığı, kalabalık parkta arkadaşımla buluşacaktık. Ben biraz erken gittim oturmaya başladım.Arkadaş da dediğine göre beş dakkaya gelicekti.
Etrafta da abazanlar falan dolaşıyor, aileler de var gerçi ama karşıma oturdu üç tanesi. Dik dik bakıolar. Oturduğum bankın sağından solundan geçen serseriler laf atıolar falan. Hatta bi tane yaşlı başlı adam gelip asılmaya kalktı.Ben de kaçmak durumunda kaldım. Arkadaş da yarım saatte gelemedi zaten.
Arkadaş güpe gündüz allahın parkında tek başına oturamayacak mıyım rahat rahat? Çok sinir oldum. bi bulaşmayın bi rahat bırakın. Başkası kendi eşini kızını rahatsız etse cingar çıkartır bi de bu tipler.
Sene kaç oldu gitti elalem uzaya çıktı bizim gerizekalının uğraştığı şeye bak.hayattaki amacına bak pehh..

10 Ağu 2008

Dolgun Saçlarıma Bak Ama Değişme Arkadaş

...Öğlen sıcağı...Erimiş peynir gibi koltuğa yayılmış televizyon izlerken, "dolgun saçlarıma baktıkça değişti!" sloganlı reklam çıkıyor karşıma. Neymiş şampuan saçlarını çok havalı yapmış, birden sihirli değnek değmiş gibi çok çekici bir kıza dönüşmüş, erkek arkadaşına her istediğini yaptırabilirmiş şimdi pehh..
Yaa bi git....yaa bi saçmalama arkadaşım yaa...Ben böyle gerçek dışı reklam görmedim.
Hee evet gördüm...
Aysun Kayacı kolayı içince öpüyordu insanları.Yani aslında hedef kitle olarak erkekler seçilmişti ama biz bayanlarda arada değişik ilişki türlerine sürüklendik böylece töbe yarabbim.
Şimdi bu reklamlar neden alakasız, saçma,başarısız,rezil,kepaze öhöm neyse evet yani anlamsız sıralayalım.
1. Bir kere erkek milleti "id" leri doğrultusunda hareket eden beyinden yoksun varlıklar mı?Yani var öyleleri sapıklar tacizciler falan ama.Burda hedef kitle tacizciler falan değil tabi normal vatandaşlar.O kadar iradeden yoksun varlıklar mı?O kadar mı karaktersizler?Yanii sen o kadar günler öncesinden plan yapmışsın. Arkadaşlara söz vermişsin maça gitmek için.Sonra kızın saçlarını görünce birden bütün arkadaşlarını ekmişsin.Ya da kızın saçları yüzünden pembe tişört küçük süs köpeği gibi şeylere yönelip orda kendinden uzaklaşıyorsun.
2.Hem sonra erkek milleti o kadar salak mı kolayı içtiğinde gerçekten öpülmüş gibi hissedeceğini düşünecek?Ne alakası vay ya...
3.Bence o şampuan reklam kadınlar için de çok alakasız. Şimdi ben istemem mesela erkek arkadaşım sadece saçıma bakarak,çekiciliğime bakarak bi şey yapsın,istediklerimi yerine getirsin.
Güzel,çekici görünmeye dikkat etmek güzel bişi tabi. İnsanın sevdiği için özendiğini,onu umursadığını gösterir ammaaaa......Erkek arkadaşım benim için bişi yaparken beni düşündüğü için,benim iyiliğimi istediği için,bana yardım etmek istediği için,ben kendim olduğum için yapmalı.
Bugün ben çekici görünürüm benim peşimden gelir.Öbür gün benden daha çekici birini görür onun peşine gider öyleyse.
4.Bir kere dolgun saçlarıma baktıkça değişmemeli!Değişmesin arkadaş,yapmacık olur o zaman.Ben kendi olduğu için sevmişim herşeyiyle.Ki birden değişmek ne kadar gerçekçi olur ki olmaz rol yapma olur o...Zaten değişmesini istiyorsam ne işim var benim o adamla?Değiştirmeye uğraşmak işe yaramaz zaten.Hem ona hem kendime eziyet olur.
Neyse reklamlar bitti,"amaaaan ali atıf bir miyim ben?Sanki değiştirebilecek miyim bu reklamları?Kapılarına dayanıp alooooooğ ne yapıon sen yavriiim hiç öyle reklam mı yapılır?diyebilecek miyim?Onlar beni dinleyecekler mi?"dedim... sıcaktan biraz daha eridim, kısmet bulma programını izlemeye devam ettim,beynimi hiç çalıştırmadım böylece... çok huzur verici ve kolay :)

9 Ağu 2008

Kalp adlı kişi çevrim dışı görünüyor,gönderdiğiniz iletiler oturum açtığında iletilecek

".......Külkedisi ayağını usulca uzattı.Kristal ayakkabı hiç itirazsız kabul etti ayağını.Külkedisi ayakkabının diğerini almak üzere tekrar merdivenlere koştu.Ayakkabının ayağına olmasının tesadüf olmadığını ispatlamak istiyordu.Çatı katındaki pejmürde odasına vardığında heyecandan nefes nefeseydi.Elbiselerini koyduğu sandığın altına eğilip ayakkabıyı aldı,tozlarını sildi.Ayakkabının parıltısında güzel yüzü göründü. iri kara gözleri,lal dudakları ve heyecandan al al olmuş yanaklarıyla bir kez daha ne kadar güzel yaratıldığını hatırladı.Bir kaç gece önce kendisini prense güzel göstermek için ter döken peri boşuna uğraşmıştı.Güzel görünmek, güzel elbiseler,gösterişli arabalar,pahalı takılar içinde olmak zorunda değildi aslında.Güzelliğini böylesine sade ve doğal biçimde fark edemez miydi prens?Dış görünüşü barbi bebek güzelliğinde olmadığı halde, göğsünde güzeller güzeli bir kalp taşıyan bir genç kız da kurtarılmayı hak edemez miydi?Kristal ayakkabı külkedisinin elinden kayıverdi. Tutmak için davrandı ama geç kalmıştı. Ayakkabı tuzla buz oldu. Ya öbürü de kırılırsa, prense nasıl inandırırdı sevdiği kız olduğunu? Bir taraftan da vicdanı, iyi ki kırıldı diye fısıldıyordu. Ben niye ispatlamaya çalışıyormuşum sevdiği kız olduğunu? Gerçekten sevenler, sevdiklerini ayakkabısından değil gözlerinden tanırlardı.Neden hevesle diğer ayakkabıyı almak üzere koşmuştu ki?Kendinden utandı.Sağlam kalan ayakkabıyı çıkardı,hırsla yere çaldı.O da tuz buz oldu.....İyi ama ben sadece bir ayakkabı ayağıma denk geldiği için mi prenses olcağım?Prensin bu kadar basit bir gerekçeyle kendine eş seçmesine şaşırmıştı.Ya kazara ayakkabı bi başkasına olsaydı,beni gözden çıkarmış mı olacaktı?Üvey anne,yerden birkaç cam parçasını alıp gösterdi,bunlar hemen kırılıyor.dedi.Hiç kırılmayacak bir sebebi olmalı insanın.Seni ayakkabı ayağına oldu diye eş seçen biri sana ne kadar sadık kalabilir ki?......"İnsanın gözlerini,kalbini ihmal ederek bir kişiyi beyniyle algılaması,beyniyle sevmeye çalışması ne gibi sonuçlar doğurur. Birisini somut bir nedenden dolayı sevmek...Ayakkabı ayağına oldu diye sevmek..Şartlar mükemmel olduğu için sevmek, işimi görür istediğim gibi yönlendiririm diye sevmek. Zengin olduğu için sevmek,iyi bir işi olduğu için sevmek,sadece güzel olduğu için sevmek...Bence böyle bir ilişkiyi oluşturan sadece iki robottur. "Şimdi ona sevdiğimi söylemeliyim ki benden etkilensin hoşuna gitsin...İlişkide seni seviyorum demek şart tabi,olması lazım o yüzden ben de söylemeliyim." seni seviyorum butonuna bas!"Şimdi ona çiçek almalıyım.Çiçek de ilişkinin olmazsa olmazlarından tabi."çiçek al butonuna bas!Görünüşte güzel davranışlar gerçekten ama insanı davranışa iten şey kalp değil. Her şey güllük gülistanlıkken anlaşılmaz defosu. Bir sorun olduğunda,bir tarafın kalbi kırıldığında anlaşılır.Beyniyle seven insan karşındakinin kalbinin kırıldığını anlayamaz,çünkü ilişki için yapılması gereken herşeyi sağladığını düşünür,karşı taraf kırıldıysa onun sorunu...Onun kendi alınganlığı,yersiz kuruntusu.Onun gözyaşları bişey ifade etmez beyin için.Halbuki bi insan kalbiyle hareket ediyorsa ağlayan bi insan gördüğünde kalbine batar,içi burkulur ki sevdiği insan ağladığında oturup birlikte ağlar.Ama robotlar ağlayamaz.Ağlayamadıklarından ağlamanın ne olduğunu bilmezler.Hep kendince olan şeyler konuşur,kendisini savunmaya programlıdır,karşıdaki kalp sesi kısılmış televizyon gibi kalır.Görüntü var ses yok...İşte o yüzden beyin-kalp ilişkisinde kırılan kalp olur.Bi taraf olması gerektiği için davranırken,bi taraf kalbinden geldiği için davranır.Beyin hiç bi zaman kalbi anlayamaz.Sonunda kalp kırıldığından beynin sevecek bir şeyi kalmaz,seviyormuş gibi davranacak kimsesi kalmaz. Kalp kırık kanadıyla uzaklaşır ondan...Bir insanı gerçekten kalbiniz istiyorsa isteyin. Etrafta bi dolu beyin var.Bi dolu robot.Başka bi kalbi üzmesin bu robotlar.alıntı:senai demirci,"ve aşk evliliğin ellerinden tuttu"